Son mesaj - Gönderen: alperugur - Cumartesi, 02 Kasım 2013 14:36
Vefat eden amcam Nazım UĞUR'a allahtan rahmet sevenlerine sabır diliyorum. Başımız saolsun.
Haberler

Haberler->KÖŞE YAZARLARIMIZ...   
ERZİNCAN – GÜMÜŞHANE – TRABZON DEMİRYOLU

   İlimizde üretilen mamullerin girdi maliyetlerinin yüksek oluşuna etki eden en önemli unsur taşıma maliyetleridir.
  Ayrıca son yıllarda önem kazanan yayla turizmi ve kış turizminin gelişebilmesi için hızlı ve rahat ulaşım    çok büyük öneme haizdir.
 Gümüşhane -Trabzon karayolu yüksek eğime sahip olup, kış aylarında meydana gelen kar ve buzlanma sonucu bir çok kazaya sebebiyet vermektedir. Bu nedenle Gümüşhane-Trabzon arası ulaşımın kolay ve hızlı hale getirilmesi ilimizin en öncelikli sorunu olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Bu sorunun aşılabilmesi için karayolu ulaşımının iyileştirilmesi yeterli değildir. Ulaşım maliyetleri yönünden en ucuz taşımacılık demiryolu taşımacılığıdır. Gümüşhanemizin demiryolu üzerinden en yakın limana bağlantısı zaruri hale gelmiştir.
   Denizyolu üzerinden dışa açılacabileceğimiz en yakın liman Trabzon limanıdır. Trabzon limanı, içerisinde bulunduğu jeo-stratejik konumu sebebiyle dünyanın sıcak bölgelerine ulaşılmasında, tarihi sürecinde önemli bir buluşma noktası, tercih edilen bir geçiş bölgesi olmuştur. Tarihi ipek yolunun bir kolu Trabzon Limanı üzerinden geçmiştir. Bu minvalde Trabzon’un demiryolları ile ilişkilendirilmesi 1800’lü yılların sonunda başlamış ve sürekli gündemdeki yerini korumuştur. 
 2009 yılında imzalanan proje ihalesi ile Trabzon –  Gümüşhane - Erzincan güzergahı demiryolu hattında ilk adım atılarak proje ihalesi yapılmış olup, yapılan çalışmalar hakkında bugüne kadar kamuoyuna bilgi verilmemiştir. Alınan duyumlara göre sözü edilen demiryolu için iki alternatif güzergah üzerinde durulmaktadır. Birincisi Erzincan-Gümüşhane-Torul -Tirebolu diğeri de Erzincan-Gümüşhane-Torul-Trabzon güzergahıdır. Mevcut zigana tüneli yerine daha düşük rakımla Trabzon'a ulaşımı gerçekleştirecek yeni bir tünelin yapımı ile hayata geçirilebilecek Erzincan-Gümüşhane-Torul- Trabzon güzergahı en rantabl güzergahtır. Bu güzergah diğer güzergaha göre yaklaşık 100 km daha kısadır.
 Proje çalışmaları hakkında resmi açıklama yapılmadığı için, konunun siyasi  mecralara kaydığı endişesi hakim olmaktadır.İlimiz açısından hayati öneme haiz demiryolunun Zigana  dağından geçirilmesi için ilimizin siyasetçileri, idarecilerimiz, sivil toplum kuruluşları, hemşehrilerimiz konuya ehemmiyetle eğilmeli,sahip çıkmalıdırlar.Özellikle Ankara bürokrasisinde görev alan hemşehrilerimizden bu konuda daha çok destek beklemekteyiz. Medya sahasında söz sahibi olan hemşehrilerimizin ve dostlarımızdan basın yayın organlarında bu konuda ilimize sahip çıkmalarını,destek vermelerini talep ediyoruz.   
 Gümüşhane ili sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında 81 il içerisinde 71.sırada, kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla sıralamasında ise 81 il arasında 62. durumdadır. Nihai projeye karar verecek olan Ulaştırma Bakanlığımızın bu verileri dikkate almalarını, iller arasındaki gelişmişlik farkının azalmasını sağlayacak yönde karar vermelerini temenni ediyoruz.


 SAYGILARIMLA …

...


Gönderen M Yucel ERGİN, Perşembe, 27 Ocak 2011 07:48, Yorumlar(0), Hepsini Oku
TERÖR HUKUKU YENİDEN YAPILSIN, GAP'A F TİPİ CEZAEVİ YAPILMALI

11 Şehit daha..
Neresinden başlanır artık, nasıl anlatılır?
Yüreklermiz yanıyor, içimiz  acıyor, hüzün yaşam alanlarımızın her karesine çökmüş durumda.
Birer birer al bayrağa sarılan tabutlar giderken insanın evinden, canından içinde birşeyler gidiyor sanki.
Şehitlerimize rahmet okuyacak dil tutulmuş sanki.. ağzımızı açmaya cesaretimiz kalmamış, kelimeleri seçmekte zorlanıyoruz.
....
Ancak işin acı yönü bir yana, konunun basından öğrendiklerimizle bazı tahlillerini yapmak durumundayız.
En önemlisi çatışma 5 saat sürmüş.Aksine bir demeç de yok.
Çatışma süresince hava hareketi yapılmadı demek.
O halde meşhur Apaçi helikopterlerimizi ve F16 larımızı Topkapı müzesine getirsinler, dilek tutup içine bozuk para atalım olur mu?
Bir bölgede 5 saat süren çatışma var ve bazen de göğüs gögüse muharebe yapılmış.Bu mu müdafa?
Bu sorulara cevaplar aranıyor.
Genel Kurmayda bu timlerden sorumlu komutanlar başta olmak üzere Genel Kurmayına kadar ya istifa müeessesesi çalıştırılsın ya da görevden alma.
Müdafada bu sonuç,bu bedel  kalçınılmaz diyorsak, ki kabulumuz... o zaman Kuzey Irakta canlı sinek kalmayıncaya kadar operasyon yapılmalı.
Filistin ki, bizim muamelesi yapıyoruz, ancak burası için yapılan siyasi kahramanlığı sadece  2010 da 150 şehidin mesullerine kendi ülkemizde yapamıyoruz.Terörün siyasi temsilcilerine, meclisdeki muhataplarına yapamıyoruz.
"Gerekirse boş testiyi dolusuna çarpar kırarız, ama TECE hükümeti bu masaya oturacak"  diye BDP li sözüm ona TC vekilleri devlete millete demokrasi adına meydan okuyorlar.
Davos'da moderatöre söylenen "one minut" un karşılığı  burada bölücü mebuslara "JUST SECOND" deyip onları devletin tepesinden alaşağı etmek delikanlılıktır.
Ancak devlet sakin, bürokrat sakin, yetkililer sakin, hukuk sakin, savcılar sakin. Bu adamları yargılayacak olan meclis değil.Bu memleketin kurumları var.10 Kasmlarda, 23 Nisanlarda, 23 Nisanlarda Anıtkabire yürüyen CÜBBELİ SAVCILARIMIZ NEREDE? Meydanlarda küheylan kesilen savcılar, neden bu konuda sessiz kalıyorlar.Korkuyorlar mı, yoksa?  
Yani sokaktaki Ahmet amcanın, yüreğimiz yanıyor,gözyaşlarımız kan oldu içimize akıyor diyor.. Aynı ifadeleri aynı hüzn-ü kare ile  devletin zirvesi söylüyor.Eee, kim çözecek?
....
Dert derin yara derin,
Arkadan vuran namert,
Dibine girsin yerin..
......................
- TERÖR HUKUKU YENİDEN YAPILMALI.Bu hukukun AB hukuku, uyum süreciyle ilişkilendirilmesi mümkün değil.AB de böytle sorun yok çünkü.Bizim ülkemizde savaş var, savaş..
- Dış politikada gereken diplomasiler yapılıp, uluslararası sulara girip terör estiren İsrailin cesareti kadar, kendi ülkemize sınırdan giren 250 it sürüsünün geldiği yeri, yerle bir edecek irade ortaya konulmalıdır.
- TSK, çarpışma yaşandığı sürecte, açık yetki ile  gerekenin yapılması konusunda siyasi iradeye  hesap vermek zorunda olmamalı.
- İstihbarat kadroları işini doğru yapmalı, yapamayanlar görevden alınmalı,
- Bölgede olağanüstü hal uygulanmalı.
- Güneydoğuyu kalkındıracağız diye milyarlarca dolar akıttığımız GAP a bölgenin kalkınması için yeteri sayıda F Tipi cezaevleri yapılmalı. 


 



Yüksel YALÇIN
GİYAD Bşk.

...


Gönderen YÜKSEL YALÇIN, Pazar, 20 Haziran 2010 10:10, Yorumlar(0), Hepsini Oku
TELEVİZYON TİRYAKİLERİ VE MEDYA MAYMUNLARI

   Televizyondaki dizi furyalarına bakıyorsunuz, bütün insanları ekrana kilitliyorlar. Bu dizileri izlerken kendilerinde ne buluyorlar anlamış değilim.  Hangi dizi kendi kültürümüzü yansıtıyor. Bize ne veriyor yada bizden ne alıyor. Hangimiz villalarda yaşıyoruz hangimiz jiplere biniyoruz, hangimiz ağa çocuğuyuz. Hangimizin şirketleri var… Bu dizilerin kaçı toplumumuzun gerçeklerini yansıtıyor bence yüzde birine bile tekabül etmiyor.  Bizi tamamen kültürümüzden yozlaştırmaya, benliğimizden uzaklaştırmaya, ekran başındaki insanları birer kukla yapmaya yönelik medya maymunlarının reyting uğruna toplumuza empoze etmeye çalıştığı ahlaki değerlerimizi yok eden batının özentisinden başka bir şey değil.


    Yapılan dizilere bakıyorsunuz senaryo üstüne senaryolar eklenmiş, entrika üstüne entrikalar. Amaç ne insanları ekrana hapsetmeye çalışmak…Türk Edebiyatımızın değerli yazarlarının romanlarını dizilere uyarlamaya çalışan set ekibi ve  yönetmen; bunlara  kısaca medya maymunları diyoruz. Bunlar romanın içeriğinde olmayan konuları da ekrana taşımaya çalışarak konuyu daha  bir gizemli hale getirmeye çalışıyorlar. Böylece gelecek  bölümünün ne olacağı konusunda  insanlarda  merak duygusu uyandırıyorlar. 
     Sadece dizilerle bitmiyor reyting kavgası. Saçma sapan yemek yarışmalarından, evlenme programlarına kadar tamamen insanları köreltmeye yönelik,  faydalı bilgiden uzak sadece insanları  ekrana kilitleyen  içi boş ağız kalabalığı ile  insanların beyinlerindeki disketi doldurmaya çalışıyorlar.  Ağızlarını açarak seyredilen gerek oyuncu olsun gerek ilgilendiği dalıyla ilgili ünlü bir  insan olsun  genelde karakteri bozuk veya ünlü olmak adına kendini farklı bir role sokmaya çalışan, kendini taşıyamayan, kişiliği oturmamış insanlar ağırlıkta oluyorlar. Bunların örnekleriyle geçmişte  çok karşılaştık. Ünlü olmanın ağırlığını kaldıramayıp, psikolojik rahatsızlık geçiren, çareyi alkol ve uyuşturucuda arayan  hatta ünlü olmayı kabullenemeyip hayatına son veren insanlarda gördük…
    İnsanlar bu programları izleyerek araştırma, bilgi edinme, okuma gereği duymuyor. Bu programlarla kendini yeterince bilgilendiriyor zaten. Dizideki oyuncu isimlerini hafızasına öyle bir yerleştiriyor ki akrabalarından, ailesinden bile daha net tanıyor.  Onların açıklı ve masum hikâyeleri çevresinde olup biten olaylardan daha cazip geliyor insanlara… Bunun doğal sonucu olarak da en çok televizyon izleyen ülkeler arasında 3’üncü sırada yerimizi koruyoruz hatta birinci olmaya da adayız.
     Tabi bunlar içinde iyi programlar yapanlarda var onların hakkını yemeyelim. Açık oturumlar, bilgi yarışmaları, kültür, sanat ve turizm gibi bilgilendirici programlar, şiddet, abartı ve görsellik içermeyen haber programları örnek olarak verilebilir.  Ama bu tür programlar reyting kaygısıyla hazırlanmadığı için diğer programlar gibi ilgi görmüyorlar.  Yayında kalma süreleri diğer programlar gibi uzun ömürlü olmuyor.


   Ülke olarak yaptığımız tek şey batıya özenmeye çalışmak ama  bunu yaparken de değer yargılarımızdan, kültürümüzden, geleneklerimizden sürekli ödün veriyoruz. Birileri nasıl istiyorsa onların istediği gibi olmaya çalışıyoruz.  Aklımızı, düşüncemizi bir türlü kullanmıyoruz. Aklımızı hep boş bilgi ve düşüncelerle meşgul ederek geleceğimizi karartıyoruz…

...


Gönderen M Yucel ERGİN, Salı, 13 Nisan 2010 09:48, Yorumlar(0), Hepsini Oku
YİNE HAYATIN İÇİNDEN

   Gecenin geç saatlerinde misafirhanedeki odama geçip istirahat etmeyi düşünürken; Son bir kez televizyon kanallarına göz atayım dedim. TRT 3’te yayınlanan ve öncesinde hiç dikkatimi çekmeyen ama sonraları ismi ilginç gelen bir programa geri döndüm nedense…      
     Ampute Futbol ligi.
Daha önceden ismini duymuş ama müsabakaları izlemeden kanal değiştirmiştim. Bu kez alıcı bir gözle ve öğrenme merakıyla göz attım. Futbolun tüm dünyaya yaşattığı heyecan ve agresifliğin aksine beni mahzunlaştırıp durgunlaştıracağını tahmin bile edemeden...     
       Evet bir futbol müsabakasıydı. Ama;
       Bir ayağı olmayan oyunculardan ve bir eli olmayan kalecilerden oluşan... Ve taç atışının ayakla atıldığı.  Oyuncuların tamamı bedensel engelli olan, bir futbol müsabakası…
Emin olun daha iki üç gün önce izlediğim, herkesin dünyanın büyük derbilerinden saydığı GS-FB maçından çok daha nefisti. Fenerli olmama rağmen…
       Bir ayağımız olmadan koşarak topa vurduğumuzu hayal edin,
       Bir elimizle, kalemize süratle gelen bir topu yakaladığımızı,
       İki yanımızdaki kol değnekleriyle çalım attığımızı…
       Ben hayal edemiyorum!...
       Yapamazsınız!
       Anlayamazsınız!
       Tıpkı benim anlayamadığım gibi.!
       Ama! Futboldan iyi anlayan biri olarak söyleyebilirim ki;
       Oyuncularının hatta kulübün ismini bile birkaç kişi hariç kimsenin bilmediği o güzelim takımlar, o kadar harika ve nefisti ki…
       Arda’lar… Alex’ler… Kadar…
        Kim bilir? Belki benim hissettiğim gibi daha estetik…
              Hayatın her şeye rağmen yaşanabilir olduğunun, şartları zorlamanın, mücadeleci ve sosyal olmanın dersiydi Ampute futbol maçı…
       Ve…
       Sahip olduklarımızın kıymetini bilmenin… Şükretmenin…
       Bize benzemeyenlerin de ne kadar bizden olduğunun ve insanlığın, kardeşliğin,dostluğun, paylaşmanın; karşımızdakinin ne dış görünüşüyle ne de kafasındaki fikirlerle değerlendirilmeden şartsız ve sınırsız olması gerektiğinin dersiydi…


        2009 yılı ortalarında Avrupa Birliği Projeleri kapsamında iki haftalığına Almanya’ya bir teknik geziye katılmıştım. Berlin ve Leipzig şehirlerin de. Yine hemen sonrasında birkaç il müdürü arkadaş ile  Gürcistan’a bir iki günlüğüne kısa süreli iş gezilerine gittim.
       Her iki ziyaretimde de farklı ülkelerden insanlarla görüşmeler yapıp farklı arkadaşlıklar ve dostluklar gerçekleştirdik. Aynı ortamları paylaştık… Bunun için ortak bir dili konuşmak yeterliydi… Çoğu kurumsal uygulamaları ve insanı değerleri farklı olsa da…
       Ama gözümüzün aradığı, sesini duymak istediğimiz o kadar da çok şeyler vardı ki…
       Düşünün yemek yiyebileceğiniz güvenli bir yer için şehrin ta öbür ucuna gitmeniz gerekiyor. Bir Türk lokantası, büfesi… Gözlerimiz arıyor… Bir bina… Bir minare… Bir cami… Ve bir ses…
       Her gün beş kez milyonlarca noktadan semayı inleten ezanlar…
       Duyamadık!… Özellikle Leipzig’de
       Faslı bir Müslüman kardeşimizden götürmesini istediğimiz dakikalarca uzaklıktaki bir apartman dairesine gelene kadar… Başkanlığını Yağmurdereli bir hemşerimin yaptığı derneğin kiraladığı  evde okunan bir ezan ve 8-10 kişiyle kılınan bir vakit namaz…
       Caminin garipliği mi? Ezanın garipliği mi? Yoksa benim garipliğim mi bilemiyorum…
       Ama o kadar huşu ve huzur vardı ki…
       Bu garipliğin gözyaşlarını, Sultanahmet!lerin  Selimiye!lerin, Kemaliye!lerin… dua için göğe açılan eller misali kubbeleri ve imanın, ibadetin, kurtuluşun hatırlatıcısı ezanların hayali silebilirdi ancak öyle de oldu…
       Evet…
       Farkında olduklarımız ve olamadıklarımız…
       Her şey hayatın içinde…
       Sahip olduklarımız için şükretmeyi bilelim! Olmasını istediklerimiz içinse dua ve hırstan, haramdan uzak mücadele.
Ve etrafımızda yaşanan hayatların farkında olalım… farklılıkların farkında olalım, onlar olalım.
        Gözümüzün kıymetini hatırlamak için ama olduğumuzu….
        Ayaklarımızın, ellerimizin vs. tüm vücudumuzun kıymetini bilmek için bir an engelli bir vatandaş olduğumuzu düşünelim.
        Böylelikle hem sağlığın kıymetini hatırlayıp, hem de özürlü kardeşlerimizin fiziksel ve duygusal sorunlarını ta içimizden hissetmiş olacağız.
       Gözümüzü kapatıp bir şeyler  yapmaya çalışalım… En azından yürümeye
       Gelin bir Ampute (Bedensel engelliler) futbol müsabakası yapalım…
       Kalben…
       Emin olun atacağımız o paslar o kardeşlerimizin tek ayaklarında ve bizlerin pas tutmuş kalplerinde ne galibiyetlere dönüşecektir…
       Ama… Hiç olmasa
       Bir bedensel engelli müsabakası mutlaka izleyin…
       Selam ve dua ile…


   Ümit MERDAN

...


Gönderen M Yucel ERGİN, Çarşamba, 31 Mart 2010 13:55, Yorumlar(0), Hepsini Oku
YÖREMİZİN HİDROELEKTRİK ENERJİ POTANSİYELİ



    Günümüzde kalkınmışlığın simgelerinden, belki de en önemlisi kişi başına tüketilen elektrik enerjisi kullanımıdır. Ülkemiz ne yazık ki Avrupa sıralamasında bir hayli arka sıralarda yer almaktadır.
   Tabi elektrik enerjisini kullanmak için önce üretmek gerekiyor. Elektrik enerjisinin üretiminde bir çok alternatifler mevcuttur. Bunlara kısaca değinecek olursak; su (hidroelektrik), rüzgar, güneş, katı ve sıvı yakıt, nükleer enerji başlıca elektrik enerjisi üretimi kaynaklarıdır. Bölgemiz açısından değerlendirildiğinde en önde gelen  kaynak hidroelektrik potansiyelimizdir.
  Ülkemizin yıllık yaklaşık 186 milyon metreküp yüzeysel su potansiyeli mevcut iken bunun yaklaşık 10 milyon metreküpü Doğu Karadeniz Bölgesi’nde bulunmaktadır.
  Ancak, bölgemizin bu potansiyeli ne yazık ki istenilen oranda harekete geçirilmiş değildir. Sularımız boşa akıp giderken biz bu sulardan gereği gibi yararlanamıyoruz. Oysa hidroelektrik enerji üretimi için bölgemizin koşulları oldukça müsaittir. Baraj yapmadan düşü santralleri yoluyla çok rahatlıkla ekonomik ve çevreci elektrik üretimi sağlamak mümkündür.
  Çeşitli dere ve akarsulardan toplanan su, en fazla hidrolik düşüyü elde etmek amacıyla küçük eğimli borularla taşınmak suretiyle elektrik üreteci generatörlere ulaştırılabilir.  Generatörlerin dönmesini sağlayan yüksek düşülü su sayesinde oluşan mekanik dönmeden generatör yardımıyla elektrik enerjisi elde edilir.
  Yapılan hesaplamalara göre hidroelektrik santrallerin maliyeti kw (kilovat) başına 150-400 ABD Doları arasında değişmektedir. Ancak bölgemizin morfolojik özelliklerine bağlı olarak, bu tip santrallerin maliyeti düşük olacağından kendisini çok kısa sürede amorti edecektir.
  Düşü santrallerinin uygulamaya konulmasıyla, bir yandan boşa akıp giden sularımız elektrik üretimine yönlendirilirken, öte yandan hidrolik ve elektromekanik teçhizat için çeşitli küçük üretim sanayi dalları doğacak, bölge ekonomisine büyük ölçüde canlılık getirecektir.
  Son yıllarda özellikle Kürtün ve Torul ilçelerimiz başta olmak ilimiz su kaynaklarından istifade ile santral kurmak üzere Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan bir hayli lisans alınmıştır. İlimizdeki ilk düşü santralı olan Akköy-1 isimli santral Kürtün’e bağlı Günyüzü Köyümüzde hizmete girmiş bulunmaktadır. Özel teşebbüs tarafından yap-işlet-devret modeliyle yapılan santralı gücü 90 Mw (megavat) olup, yılda yaklaşık 300 milyon kwh (kilovatsaat)  elektrik enerjisi üretimi sağlayacaktır. Santral 49 yıl işletildikten sonra devlete devredilecektir. İlimizde bunun dışında özel teşebbüs tarafından başlatılan 2 adet düşü santralının  yapım çalışmaları da  devam etmektedir.   Akköy-1 santralını inceleme imkanım oldu, aldığım bilgilere göre  büyük oranda Türk Mühendis ve işçisinin emeği ile yapılan bu santralın makine- teçhizatının çoğunluğu da Türk malı. Yapımında emeği geçenlere buradan tebriklerimi sunuyorum .      
 SAYGILARIMLA …

...


Gönderen M Yucel ERGİN, Çarşamba, 09 Aralık 2009 17:47, Yorumlar(0), Hepsini Oku
ÜLKEMİZİN SOSYO – EKONOMİK, KÜLTÜREL VE SİYASİ SORUNLARI

 

   Toplumuzda yıllardır süregelen ve günümüzde de aynı sorunları yaşadığımız bazı noktaları tarafsız bir şekilde ele alarak,  bu eksikliklerin üzerinde durmamız ve çözüm üretmemiz gerektiğinin kanaatindeyim.
             Toplumumuz da dürüst, suç işlememiş, vergisini zamanında ödeyen, her türlü kanun ve  nizamlara uyan, kimsenin hakkını yemeyen,  kimseye zararı olmayan insana toplumda yer yokken; başkasının namusuna göz diken, alkollü araba kullanıp insanları sakat bırakan,
 İnsan öldüren, hırsızlık yapan insanlar ise bir süre hapishane de beslenip, sonra da afla salıveriliyorlar.  Dışarı çıktıklarında ise o kadar eğitimli insan iş bulma ümidiyle çırpınırken suç işleyen insan topluma kazandırılmak adına mutlaka iş imkânına kavuşturuluyor. Ancak bu insanlar yine aynı suçu işlemeye meyilli olduğundan bu bir çare olmuyor,  bu insanları eğitime almadan onlara sadece iş verip topluma salıvermek çözüm yolu olmuyor.
               Bir de sistemdeki yanlışlıklara gelelim: Birileri bölüyor, dağa çıkıyor,  bomba atıyor,  ağlamayana  meme yok diye kırıyor, döküyor yakıyor ve öldürmeye devam ediyor. Birileri de onların maaşını ödüyor,  liderlerini besliyor krallar gibi yaşatılması sağlanıyor ve kardeşlerimizi öldürdüğü için affedilmeye zorlanıyor.
              Bakıyorsun nüfus artışına… Türkiye geneline  baktığımızda her aile en fazla üç çocuğa sahip  iken Güneydoğu ve  Doğu Anadolu’nun bazı kesimlerinde takım kuracak kadar fazla  bir çocuk dünyaya getiriliyor….  Neden diğer bölgelerde bu kadar fazla değil? Çünkü her şeyin sevgiye, ilgiye, bilgiye ve maddi güce dayalı olduğunun bilincinde olduğumuz için… Çocuklarımızı en iyi şekilde yetiştirip, akıllı, manevi değerler üretebilen ve yaşatabilen, kutsal sisteme saygılı bir insan yapmak istediğimiz için... Ama bazıları onlarca çocuk dünyaya getiriyor. Korunamadıkları için değil. Sayısal üstünlük sağlamak için. Sevmiyorlar, ilgilenmiyorlar. O çocuk dağa çıkıyor, o çocuk kapkaç yapıyor, o çocuk tinerci oluyor, o çocuk okumadığı için özgür olamıyor ağasına maraba oluyor ya da bakamadıkları için dedesi yaşındaki birine mal gibi satılıyor.
            Bizler  yıllarımızı verip bütün gücümüzle çalışıp bir ekmek sahibi olmaya çalışırken birileri de  kara para aklayarak, birilerinin sırtından geçinerek, yetimin hakkını yiyerek, kaçakçılık yaparak ya da hortumlayarak krallar gibi yaşayabiliyor….
 Hak edenin ne kadar çabalasa da bir yerlere gelmesine izin verilmiyor… Arkası sağlam,  parti desteği olan basiretsiz, yeteneksiz insanların bir yerlere gelmesine izin veriliyor. Rahatça yönlendirilebilsin diye…
           Yetişmiş insan gücüne çalışma koşulları ve de imkân sağlanmıyor. Yurt dışına sürekli bir beyin göçü yaşanıyor… Dışarıda tanınan imkânlar neden ülkemizde bu insanlara tanınmıyor... Bu beyin göçünün önüne neden geçilmiyor?
            Maddi imkanları el vermediği için okuyamayan yada hayırsever insanlarımızın yardımlarıyla okumaya çalışan gençlerimize, devletten bir öğrenim kredisi bile çıkmıyorken, birilerine maddi durumu iyi olmasına rağmen hem başbakanlık bursu hem de öğrenim kredisi nasıl çıkabiliyor?
        Ülkemizde bazı insanlar ekmek bulmakta zorlanırken, bazıları da kendi kızlarına kilolarca altın takılan 40 gün 40 gece düğünler yapabiliyor?
         Biz daha maaşımızı almadan vergimiz kesiliyor Ama başkaları vergi ödemiyor ve sık sık affediliyor. Bizim maaşımız belli ancak stadyumda sünnet düğünü yapanın geliri nasılsa belli değil…
         Biz israf etmeyelim diye musluğu fazla açmıyoruz… Ama başkaları golf sahaları yapıp çimleri için tonlarca su kullanıyor. Ya da bir yerlerde kaçak kullanarak para ödemiyorlar. Onların faturalarını da biz ödüyoruz…
         Maddi gücü yeterli olmayan her insan yeşil kartla her şekilde muayene olabiliyor. Gerçekten ihtiyacı olana son kuruşuna kadar helal olsun. Ama bu ülkede kaç milyon yeşil kartlı var? Kaçı hak ediyor?
 Bir açılım yapılıyor ama neyin açılımı olduğu bilinmiyor… Kürt açılımı mı demokratik bir açılım mı adı tam olarak konulmadı henüz… Demokratik bir açılımsa demokrasiyle ilgili bazı şeyler de yapılmalı ne bileyim dokunulmazlıklar kaldırılarak bu açılım demokratik bir şekle sokulabilir…
 Bir salgın ortaya çıkıyor. Ama toplum açık bir şekilde bilinçlendirilmiyor. Birileri çıkıyor ben aşı olmam şöyle yan etkileri var birileri de çıkıyor aşı olmamız gerektiğini ısrarla söylüyor… Söyleyenlerde ülkeyi yöneten insanlar… Hangisine inanalım bizde bilmiyoruz.
       Bu liste uzar gider… Yanlışın ne olduğunu bilmemize rağmen çözüm yolları bir türlü üretilmez… Birilerinin zoruna gitse de toplumun gerçekleridir bunlar…


Kurtuluş MERDAN


...


Gönderen M Yucel ERGİN, Pazartesi, 23 Kasım 2009 08:36, Yorumlar(0), Hepsini Oku
HUKUKA MÜEBBET,ÖCALAN MALİKHANEYE


 


   İmralıdaki konuğumuz 5 milyon dolarlık yeni yapılan malikhanesine taşınıyor.Adalet Bakanlığı 40 personel daha gönderiyor, malum konuk 8 dava arkadaşı ile geri kalan mahkumiyet süresini tamamlayacak.Tabii geriye ne kadar kaldığını da şu an kestiremiyoruz..
..........
   Ceza neye verildi tam olarak anlayamadık.Cezalandırılan hukuk mu oldu? yoksa terörist başına mı?
Düşünüyorum da, malum kişi  onbinlerce kişinin öldürülmesinden fail kişi olarak değilde, bu kadar kişiye yaşam ilacı olmuş, tıbbi bir ilaç bulmuş insanlık alemine yön vermiş biri olsaydı, ve bunu en iyi nasıl ödüllendirebiliridik diye anket yapsaydılar,  şahsen şunu derdim;
-Tam denizin ortasında, şöyle  ada gibi bir yere kimseye nasip olmayan saray yapalım, kimsecikler rahatsız etmesin, icatlarını ara ara birileri aracılığı ile dünyaya duyuracak şartlar sağlansın,güvenliğini en iyi şekilde sağlayalım, korumaları olsun, öksürse muayene edilsin, hapşırsa kontrol edilsin yani doktorları  olsun,her yemeği gıda uzmanlarınca  kontrol edilsin, spor odası olsun,yanında can sıkıntısı için birkaç sohbet arkadaşı olsun,yediği önünde yemediği arkasında olsun,biraz da reklamı olsun, gazetelere boy boy resimleri olsun,ayrıca yediden yetmişe hepimiz ne haldedir bilmiş olalım..
Yani bir insanı ödüllendirmek adına başka birşey gelmiyor aklıma.
...
Sizce hangi adalet mülkün temelidir?
Herkese eşit olan adalet mi, yoksa kişilere özelleştirilen adalet mi?
Ya, bütün vatandaşlarına eşit ilke ile hükmetme hakkını tarif eden Anayasamıza ne oldu?
Ya, elini, kolunu bacağını feda etmişlerin bu hukukdaki yeri ne?
Ya, bir iki yaşında babasız büyüyecek bebelerin hukukları ne olacak?
Ya, şu anda Hakkari Çukurca da günde 16 saat havanların altında nöbet tutan Rıdvanın hakkı?
...
Sizin şu CMUK tan tadil, AB soslu ABD den dayatmalı hukukunuz varya,  işte o hukuk devlete baş kaldıranların cezalarını kapsamıyor, bunu iyi belleyin.
Sizin AB den ithal ettiğiniz bilmem ne  kriterleri 20.000 EUR GSMH olan ve ülkelerinde savaş olmayanların hukukudur.O HUKUK BİZE UYMAZ !...
O hukuk, kolu bacağı kopanların, 20 sindeki  tek evladını vatana feda edenlerin  haklarını savunmuyor !..O HUKUK BİZE UYMAZ !...
O hukuk, Çanakkalede 250 bin şehidin kanıyla renk bulmuş  Albayrağa ve İstiklal Marşımıza dil uzatanlara alternatif bulduklarını düşünenlere demokrasi adına ve özgürlük adına hak veriyor,O HUKUK BİZE UYMAZ !...
....
Devlete başkaldıran,milleti bölme iddiası ile onbinlerce kişinin şehit olmasına sebep olan, bayrağın altına bayrak açan idamla yargıladığınız birine nasıl ağırlayacağınızı şaşırdığınızı görüyoruz.
Allahınızı seviyorsanız söyleyin, cidden bu sizin kararınız, sizin  iradeniz mi? yoksa ...?
Eğer sizin iradeniz ise,  bilin ki bugün itibarı ile müebbet olan  HUKUKUN TAA KENDİSİDİR...




Yüksel YALÇIN


...


Gönderen M Yucel ERGİN, Pazartesi, 02 Kasım 2009 08:46, Yorumlar(0), Hepsini Oku
AÇILIMIN ZEHİRLİ MEYVELERİ

Açılım mucizesi ilk meyvelerini verdi hamdolsun.
O yeşil libasları, ayağında spor ayakkabıları ile mağrurlu ve zafer edasıyla  güle güle girdiler sınırdan, açılım mahsülleri.Bir tarafdan pullu başörtülü kadınlar ön saflarda çoçuklar  ve sarı kırmızı yeşil rengarenk bezleriyle zılgıt çekerek karşılayanları vardı.. kutlu bir orkestrası, V şeklindeki zafer işaretli parmaklarla BİJİ bilmem ne diyerek geldiler. Olimpiyat ekibi gibi karşılandılar.Ortalık bayram yeri gibiydi..
Evet, 25 kardeşimiz tövbe ederek aramıza katıldı.Barış ve kardeşlik çabalarımız bir devlet disiplininde sonuç verdi, yavrularımıza kavuşduk.Allahın izni keremi ile diğerleri de önümüzdeki günlerde yavaş yavaş gelecektir.
Kimilerinin yok efendim bunlar gelmez, onlar dağdan inmez diyenlerin “kötü niyetleri” bu şekilde son bulmuş, çalışmalar sonuç vermeye başlamıştır. Artık kimseciklerin bu açılım denen hadisenin niyetinden şüphe etmesine  gerek kalmadı. 
Devlet millet kaynaşması bu değil de nedir?
Şimdi o kardeşlerimiz kendi yerel üniformaları ile halkımız arasına karışmış, minik minik de talepleri vardır.Onlar yetkililerce incelenerek, olabilecekler varsa hemen yaparız ki fazlası yapılmıştır olamayacaklar varsa da şimdi hayır der, bir hafta geçmeden milli barışımız adına evet deriz olur biter.
BU TARİHİ FIRSATI KAÇIRMAYALIM.
Gördüğünüz üzere askerlerimiz üzerine silahla ateş edenlerden bazıları silahları arkadaşlarına(nöbetteki diğerlerine) teslim etmiş ve TC hukukuna teslim olmuşlardır.İşte en üstte birilerinin  “tarihi fırsat” dediği,  zannediyorum buna benzer bir şeydir, ki şükürler olsun gerçekleşmiştir.Sonradan göreceklerimiz için de sonra ilerleyen günlerde şükrederiz.
 
 …………….
Eyy millet!..Hukukumuz devletin bekası, güvenliği ve gücüne saldıranlara, askerini-polisini  sivilini şehit edenleri   baş tacı edenlere çaresiz kalırsa, aciz kalırsa,duyarsız kalırsa,hukuksuz kalırsa  yukarıdaki metinde yer alan konuşmaları 365 gün 24 saat dinler bu millet… Güney Habur kapısından bir turist kafilesi gibi karşılanan ve belki de akşam üzeri tekrar geldikleri inlerine geri  dönecek o leş kargalarına sözde barış için bu ilgi nedir?
Pes doğrusu..Yetkililerin izni keremiyle terörün markalaşması ancak bu kadar olabilirdi.
O zaman bu heycanlı mücadele neyin nesi?
Sözde barış adına, ne varsa kabulumuz müdür?
Hiç mi otoritemiz yok?
Bu nerenin barışı?
Yarın barış adına televziyonlarda, "Şırnakda bir TC askeri güneyden geldiği zannedilen bir gerillanın kurşunu ile vefat etti" mi denecek?
Neyin hazmı?neyin tahammülünü teklif ediyorsunuz?
Yeter yaaa !.. Sıktınız artık..
...
Midesi kaldırmayanlar elini kaldırsın!....

...


Gönderen YÜKSEL YALÇIN, Salı, 27 Ekim 2009 16:47, Yorumlar(0), Hepsini Oku
STK MI RTK MI?

    STK(Sivil Toplum Kuruluşları) yada derneklerin, gelişen dünyada çok daha fazla önem arz ettikleri her ortamda dile getirilir. Gelişimin ölçüsü sayılırlar.Bu fikre katılmamak mümkün değildir.Ancak bu örgütlerin gücü ve etkisi hangi amaca hizmet ettiği ile direkt ilgilidir.

   Sivil oluşumlar ana fonksiyonları itibarı ile, resmi yapının üstlendikleri sorumluluklardaki icraatların eksik,yanlış ve dikkate alınmayanlarına dikkat çekerek, sorumluları bu konulara kanalize ederler.Bu manada gözden kaçan veya göz ardı edilen konular dikkate alınarak, sivil halkın talepleri yada beklentileri karşılanmış olur.Bu rolleri itibarıyla STK lar, devlet-millet kaynaşmasının en itibar edilir platformlarıdır,en azından böyle bilinirler.
Ancak, STK lar bu görevlerini etkili yapmaz iseler, bu bir bakıma yanlış yada eksik giden hususlara karşı kimsenin bir fikri olmadığı veya mevcut durumun her halinin kabullenilişi anlamına gelir.Diğer tarafdan, sessiz, iradesiz, susan sadece dinleyen ve alkışlayan yapılara dönüşürler.
(Bu arada, Gümüşhaneli Türkiye genelinde 250 nin üzerinde dernek var.124 tanesi sadece İstanbul'da..Bkz.idm.org.tr)  

   Gelişmiş ülkelerde kurumlar, özdeğerlemeye büyük önem verirler.Dışarıdan firmalar tutarlar..bizi denetleyin, eksiklerimizi söyleyin düzeltelim kazanalım ve daha başarılı olalım diye.Bünyesinde onbinlerce kuruluş bulunduran devletin en verimli özdeğerleme kuruluşları ise Sivil Toplum Kuruluşları(STK) lardır.

   Bu beklentilerin çift taraflı karşılanması ve doğru bir amaca hizmet etmesi, millet, memleket ve ülke lehine sonuçlar çıkması STK ların donanımları, yönetici profilleri ve ufuklarına bağlıdır.Bu nitelikli profiller STK bünyesinde istihdam edilince, irade beyan eden, basın bildirisi veren,mitingler yapan, kitleleri harekete geçiren haksızlıklarda, hem yerele hem genele mesajlar verebilen hatta uluslararası lobiler oluşturabilecek yapılara kadar etki alanı oluşturmak mümkün olacaktır.Bu rolün yerine getirilmesi, o bölge insanının topyekün gücünün nasıl kullanıldığına işaret edecek, her haksızlığa direnç gösteren, susmayan dinamik bir yapı oluşturacaktır.

   Bence bir bölgenin vekillerinin bulundukları yerdeki güçleri, arkalarında onlara  güç veren, soran-sorgulayan, hükümete   ve yetkili icra makamlarına baskı yaptırabilecek cesaret veren bir tabanı olmasıdır.Eşit şartlarda eşit yapılmayan dağıtımlara bastıra bastıra sonuç alınması daha da kolaylaşmaz mı? Böylelikle, hem vekil daha başarılı oluru hem de temsil ettiği il.
Peki bizde bu yapı ne kadar dinamik?Kaç STK mız var? Kaç tanesi gerek yerel gerekse ülke değerleri için basın bilidirisi verebiliyor, temsilci seçtikleri vekilleriyle birlikte ortak irade beyan edebiliyor, ses getirebiliyor,bu uygulamayı beğenmiyoruz diyebiliyorlar?
    Bürokrasiden direk yada dolaylı irtibatı olan veya siyaset adına gelecek planı olanlarda bu irade silik, yada kayıp olmaya mahkümdür.Bu defa, tabii efendim, nasıl isterseniz? Buyurduğunuz gibi.. şeklinde ses çıkaran yapılar oluşuyor.
   Yani sivil toplumun sesi yerine devletin sesi.Yani Sivil Toplumun sesi değil Resmi Topluluğun Sesi, yani STK yerine RTK…

   Sonuç, yetkin, temsil  kabiliyeti yüksek nitelikli kadrolara STK larda yer verelim, ses getirelim ki, vekillerimiz bürokratlarımız daha güçlü olsunlar.Ayrıca, susmakta ısrar edersek,siyasi parti  Genel Başkanları Gümüşhane'den çıkmadıkça iki vekilden zor bakan görürüz.2300 yılında Gümüşhane yıllığında en son Gümüşhaneli bakan M.Oltan SUNGURLU olmasın istemiyorsak, torunlarımıza miras olarak  gücümüzü,irademizi ve senkronize çıkan sesimizi bırakalım. 
Peki şimdi siz söyleyin, Gümüşhaneli kaç dernek var şimdi?

...


Gönderen YÜKSEL YALÇIN, Çarşamba, 14 Ekim 2009 13:25, Yorumlar(0), Hepsini Oku
SOĞUK ANALİZ


 DONDURMADAN DİPLOMALAR

Çoğu sohbetlerde Amerikayı suçlar biz aradan sıyrılırız..
Biz görevimizi tam yaptık da, onlar şerefsiz oldu..
Hiç kendimizi eleştirdik mi?
Amerikaya teknolojiyi, Airbusları, Nasaya çıkışları uzaydan birileri getirip vermedi...
...
BİZ KENDİMİZİ YAKTIK ARKADAŞ...
Dünyanın yuvarlak olduğunu önceden bildiğimizin altına yattık, o yuvarlağın etrafındakilerin keşfini başkalarına bıraktık, ve yattık uyuduk..
Sonra, Nasalar kuruldu..
Aya adamlar çıktı, biz Gümüşhaneye gidecek bir pırpır uçak bile yapamıyoruz..
Sınırlarımızdan geçen sineği görüpte bize hegemonya kurmaya çalışanların yanında, 200-250 kişilik terörist grubu ile sınırımızdan geçenleri göremiyoruz..(belkide muşuz)
Ben diyorum ki, YAZIKLAR OLSUN, BAŞINA ÇUVAL GEÇİRENE CEVAP VEREMEYEN GÜÇSÜZLÜĞE... TEMBELLİĞİMİZE YAZIKLAR OLSUN..VE BİZE YAZIKLAR OLSUN ..
KENDİ ADINA MI KONUŞ DİYORSUNUZ?
Üstüne alınmayan yoksa, ben kendime diyorum hemde DELİKANLI GİBİ..
Yurt dışına tek bir teknolojisini dahi satamayan bu ülkenin hikayeden aydını olarak zul duyuyorum..
Sistemi sorguluyorken kendimi de sorguluyorum.
Tembelliğimizi, babamın dedemin teknolojiye ilgisizliğini, ileri düzey bilgiye ilgisizliğini sorguluyorum..
Amerikayı yuhlayacağıma, saç sakal bıyık başörtüsü ile birbirimizi yediğimiz günlerle ÜRETEMEYEN ÜNİVERSİTELERDEN MEZUN OLAN MİLYONLARCA sözde mezunların ortaya koyamadığı bilim masalarını (da) yuhlayalım..
Birbirini tanımamalarına rağmen , bıyıklarının şekli ile birbirine kin duyan,birbirine ateş eden öldüren  bu ülke evlatlarını birbirine vurduran zihniyete, anlayışa gerizekalılığa yuh diyorum..
....
Rusya artık uçaklarını AİRBUS dan alacak..
Biz de ne var?
Her yıl, 5000 makine mühendisi mezunu verip te milli sermayesi ile 3 tekerlekli motorlu araç üretemeyen Türkiye..
DONDURMADAN DİPLOMALAR, GÜNEŞ VURDU, ERİDİ..
....
Çuvaldızı bu amcalara batırıyorsak batıralım da, ben başta kendim olmak üzere bakış açımızı iğne ile delik deşik ediyorum.
Amerikanın sermaye gücüyle katleden aşağılık büyüklüğüne yazıklar olsun da, hırsızın hiç mi suçu yok !..
Yüksel YALÇIN
...


Gönderen YÜKSEL YALÇIN, Salı, 08 Eylül 2009 08:21, Yorumlar(0), Hepsini Oku
 3 Sayfalar 1 2 3 


MKPNews ©2003-2008 mkportal.it
 
GeopbyteZ by Zeuder


MKPortal C1.2.1 ©2003-2008 mkportal.it
Bu safya 0.09841 saniyede 25 sorguyla oluşturuldu